Ülkemizde sigortasız çalışma çok sık karşılaşılan bir durumdur. Hatta bazen işçilerin yıllarca sigorta primleri ödenmeden çalıştırıldığı veya bilinçli olarak çalıştığı dahi görülmektedir. Bu durumda iş sözleşmesi haksız olarak feshedilen, işten bu şekilde ayrılan işçilerin yasal haklarına (tazminatlarına) ulaşması kolay olmamaktadır. Çünkü uygulamada SGK kaydı olmadan çalışan işçilerin öncelikle hizmet tespit davası açarak çalıştığı süreleri tespit ettirmesi, ardından da tazminat davası açarak alacaklarını elde etmesi yolu tercih edilmektedir. Ancak hizmet tespit davaları çok uzun sürmekte, bu sürede alacaklar zamanaşımına uğramakta, hizmet tespit davalarından beklenen fayda elde edilememektedir.
Acaba hizmet tespit davası açmadan alacak davası açılıp sigortasız çalışılan yılları da kapsayacak şekilde bir tazminat hesaplaması yapılabilir mi?
Bu yazımızda bu konuyu farklı Yargıtay kararlarını inceleyerek ele alacağız.
Bu konuda Yargıtay 7. Hukuk Dairesi’nin E. 2014/9313 K. 2014/20041 T. 3/11/2014 kararında “Davacı işçi alacaklarının tahsili davası açmıştır. Hiç kimse hizmet tespiti davası açmaya zorlanamaz. Hizmet tespiti davası sosyal güvenlik hakkını ilgilendirir. Bir kişinin işçi sayılması için mutlak surette SSK'lı çalışması gerekmez. Kaldı ki, davacı tanıklarının davacının davalı yanında çalıştığı süre ile çalışma gün ve saatlerine ilişkin somut bilgiler verdikleri görülmektedir. Bu nedenlerle açılan davanın toplanan delillere göre esastan değerlendirilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle reddi hatalı olup bozma nedenidir.” denilerek hizmet tespit davası açılmasının zorunlu olmadığı içtihadında bulunulmuştur.
Ancak Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin E. 2023/19329 K. 2024/1990 T. 13/02/2024 kararında ise “… Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; taraflar arasında işçi işveren ilişkisinin bulunup bulunmadığına ilişkin detaylı araştırma yapıldığı ancak davacı tarafından iş ilişkisinin ispatlanamadığı, İlk Derece Mahkemesi kararında bir hatanın bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair verilen kararın onanmasına” karar verilmiştir.
Bu iki kararın sadece lafzından yola çıkarak birbiriyle çelişkili olduğu, 9. Hukuk Dairesi kararının yakın tarihli olduğu ve bu nedenle bu karara itibar edilmesi gerektiği, ayrıca bu Dairenin işçi-işveren uyuşmazlıklarını incelemekle görevli olduğu için bu davaların açılmasının hukuken sakıncalı olacağı düşünülebilir. Ancak her iki karara konu Yerel Mahkeme yargılamaları incelendiğinde durumun böyle olmayabileceği düşünülebilir. Çünkü Yargıtay 7. Hukuk Dairesi kararına konu yargılamada Mahkemece davacının çalışmasının sigortasız olduğu, öncelikle çalışmanın varlığının kanıtlanması için hizmet tespiti davası açılması, hizmetin varlığı kanıtlandıktan sonra alacaklar yönünden araştırma yapılması gerektiği, davacı tarafa hizmet tespit davası açması yönünden süre verilmesine rağmen dava açmadığı, bu nedenlerle dava ispatlanamamış olduğundan reddine karar verildiği, Yargıtay’ın ise davacı tanıklarının davacının davalı yanında çalıştığı süre ile çalışma gün ve saatlerine ilişkin somut bilgiler verdiklerini, bu nedenlerle açılan davanın toplanan delillere göre esastan değerlendirilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle reddinin hatalı olduğunu düşündüğü görülmektedir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin ise İlk Derece Mahkemesinin davacı ile davalı arasındaki iş ilişkisine dair yazılı bir belge sunulmadığı, tanıkların doğrudan işyeri çalışanı olmadığı, kapıcı dairesinde tadilat yaptığını belirten tanığın da daha çok davacının eşini bildiğini söylediği, dolayısıyla davacının eşiyle birlikte kapıcı dairesinde kaldığı, 10 yıldan fazla ücretsiz çalışmanın hayatın olağan akışına aykırı olduğu, davacının iş ilişkisini ispatlayamadığı ayrıca davacının elektrik ve su masraflara dair ödemeyi kendisinin yaptığını ispatlayamadığı yine kapıcı dairesinde tadilat yaptırdığını belirterek faydalı masrafların tahsili isteniyor ise de davacının sunmuş olduğu faturalarda dahi kendisinin değil eşinin adının yer aldığı gerekçelerine dayalı red kararını hukuka uygun bulduğu görülmektedir.
Yani, ilk incelenen karara konu olaylar Yerel Mahkemece yapılan yargılamada somut delillerle ispatlanabilmiş, ancak ikinci incelenen karara konu olaylar Yerel Mahkemece yapılan yargılamada somut deliller ortaya konularak ispatlanamamıştır. Bu durum ise ilk davanın kazanılmasına ikinci davanın ise kaybedilmesine sebep olmuştur. Aslında bu iki karar kendi içinde tutarlıdır. Çünkü hukuk sistemimiz ispata dayalıdır. Aynı zamanda şeklidir. Hatta iş mahkemelerindeki yargılamalar, işçi lehine yorum ilkesi gereği, işçilerin avantajlı olduğu yargılamalardır.
Burada yapılması gereken şey somut olayı, yani sigortasız çalışmayı, yargılamada düzgün bir şekilde dile getirebilmek ve sigortasız da olsa bir çalışmanın olduğuna, hizmet tespit davasının alacak davasına öncü olmasının şart olmayabileceğine yargı makamlarını delillerle birlikte ikna etmektir.